ABD FED’inin taşeronu durumunda olan, mevcut sistemin can damarı durumunda olan bankacılık şöyle kurgulanmıştır:
Özel bankalar, elinde bulundurduğu mevduatın yüzde 10’nu karşılık olarak Merkez Bankalarında tutarlar. Ancak uygulamada bankalar sınırlarını daha da çok genişletmişlerdir. Bankaların Merkez Bankalarında tutmaları gereken karşılık yüzde 10 değil yüzde 6’lar, hatta son dönemde yüzde 4’lere kadar düşürmüşlerdir.
Bunun anlamı şudur. Bankalar 1 TL’lik sermaye ile yaklaşık 20 TL’lik kredi dağıtır. Yani aynı parayı 20 ayrı kişiye satar
Aynı daireyi 20 kişiye satan müteahhit nitelikli dolandırıcılıktan hapse girer. Ancak aynı parayı 20 kişiye satan banka, başarılı bulunup ödüllendirilir.
Konunun daha iyi anlaşılması için rakamlarla somutlaştıralım. Dünya devletlerine ait merkez bankalarının piyasaya sürdüğü toplam para miktarı 13.5 trilyon dolar.
Özel Bankalara yatırılan mevduat toplamı 75 trilyon dolar. Özel Bankaların dağıttığı kredi miktarı 250 trilyon dolar. Özel Bankalar kredi (borç) vererek sanal para üretir.
Özel bankalar, merkez bankalarının ürettiği paranın yaklaşık 20 katı, sanal para üretir.
Yani merkez bankaları üzerinden yapılan soygundan çok daha fazlası özel bankalar üzerinden yapılır. Bu nedenle özel bankalar merkez bankalarından bile daha çok kârlıdır.
Ülkemizden örnek verelim.
TC Merkez Bankası (TCMB), faizli borç alıp kasasına koyduğu dolara karşılık para basıyor. TL, dolara karşılık basıldığı için TL’nin senyoraj geliri de ABD’ye transfer olmaktadır. Ancak TL basıldığı için kâğıt üstünde de olsa merkez bankası gelir elde etmiş gözükmektedir.
Şubesi olmayan, gideri olmayan, para basarak senyoraj geliri elde eden TCMB, 2002-2011 döneminde 10 yılda net kazancı 18.3 milyar TL iken aynı dönemde Türkiye’de faaliyet gösteren Akbank’ın karı, 23.5 milyar TL’dir.
Özel bankanın olmayan parayı sanal olarak üreterek kredi olarak verdiği gerçeği gizli, esrarengiz bir durum değildir. Sistem zaten böyle kurgulanmıştır ve her şey çok açıktır. Meşhur “Para” kitabının yazarı John Kenneth Galbraith’in ifadesiyle “Hatta öylesine basittir ki, zihin kabullenmekte zorluk çeker.”
1968 de ABD’de, avukat Jerome Daly; banka kredisi ile aldığı konuta banka tarafından haciz konduğunda, haczin kaldırılması için dava açarak mahkemede şöyle demişti “Sayın yargıç, bir sözleşmenin yasal olabilmesinin temel şartı, iki tarafa da sorumluluk yüklemesidir. Bankanın kredi adıyla verdiği para gerçekte onun varlıkları arasında bile değildi. Ben kredi istediğimde sadece bir muhasebe fişi ile yoktan para yarattılar. Varlıkları azalmadı. Kimseye borçlanmadıkları için de zarar görmediler.” FED belgeleri ile de bu iddiasını ispatladı. Mahkeme; Özel bankanın FED ile işbirliği yaparak yoktan para yarattığını kabul ederek ve “sadece tanrı yoktan var edebilir” notunu düşerek haczi kaldırdı. Bu, sanal paraya karşı kazanılan ilk ve son zaferdir.
1970’lı yıllardan bu tarafa FED’in taşeronu durumunda olan özel bankalar ve bunların hükmettiği basın yayın organları bu sistemi bir doğma gibi anlattılar. Örneğin “para basarsan enflasyon olur” cümlesini köydeki Mehmet amcaya, Ayşe teyzeye bile ezberlettiler. ABD bu fikirleri, Hollywood aracılığı ile propaganda ve reklamlarla, Pentagon aracılığı ile; insanların kafasına vura vura tüm dünyaya kabul ettirildi. Düşünmeye, sorgulamaya bile imkan vermedi. İnsanlık, “ABD doları hem yerli para, hem konvertibl para hem de rezerv para oluyor da bizim paramız niçin olamıyor?” diye sormadı. “Bankalar olmayan parayı faizle millete borç verince enflasyon olmuyor da, bu imkanı devlet kullandığında, devlet bu parayı tüketecek yada üreterek vatandaşına verdiğinde niçin enflasyon oluyor? ” diye sormadı. Sordu ise de cevabını bilemedi, bildi ise bu sömürüye son verecek bir çözüm üretemedi. Bu suskunluk ve sömürü, 2005 yılında Prof. Dr. Haydar Baş‘ın Milli Ekonomi Modeli tezi, dünyaya deklere edinceye kadar devam etti.
Bir yanıt yazın